“Dünya bir hayal alemidir “ ifadesi ile kastedilen, içinde yaşadığımız yerküreden ziyade kendi kurduğumuz düzen, yaşam algımız, ve tecrübeler sonucu elde ettiğimiz doğrularımızdır.
Yine kendi içinde disiplini olan, iyi-kötü ve doğru-yanlış ilişkisinde değişkenlik gösteren ve sürekliliği arzu edilen kendi algı dünyamız. Algımız dışındaki yaşam şekilleri tedirgin ediyor ve insan bilmediği şeyden korkuyor. Bazen de dışardan baktığımız insanlar bizde hiç sorunları yokmuş algısı oluşturuyor.
Meslekler ile ilgili durum da farklı değil. Kendi çalışma şartlarımız dışında pek çok meslek bize rahatmış hissi veriyor. Yaptığımız işin karakterimize, dünyaya, hayata bakış açımıza olumlu ve ya olumsuz yansımalarını çok da irdelemiyoruz. Mesela bir infaz ve korumu memuru durum tespitini hangi verileri kullanarak yapar. Bir İtfaiye memuru işe giderken kendini nasıl motive eder. Ekonomist ile sanatçı bir olaya aynı tepkiyi verebilir mi? Huzurevi çalışanı, kaç hayat hikayesi dinliyor ve şahit oluyor.
İnsanlarla konuşmuyoruz ve maalesef dinlemiyoruz. Sessizce işini yapmasını bir robot gibi davranmasını bekliyoruz. İşin verdiği sorumluluk ve işleyişi en iyi içinde olan bilir. En azından konunun yabancısı olduğumuzu kabul edersek, belki empati kurabiliriz. Bir çiçeğin gelişimini satan kişiden, yetiştiriciden, botanikçiden, biyologdan farklı öğreniriz.
İnsaflı bakabilmek için bazı özelliklere sahip olmamız gerekiyor.
Ölçülü olmak; Dengeyi ne pahasına olursa olsun bozmamak.
Adil olmak; Sadece sevdiklerimizin değil, sevmediklerimizin de haklarını gözetmek.
Bilge olmak; Durum değerlendirme özelliğine sahip olmak. En önemlisi de kendimize ait bir öze, söze sahip olmak.
Elimizde bir nesne olduğunu varsayalım, bu bir gömlek olsun. Önce dış görünüşüne bakarız, ne olduğunu anlamamız, ad koymamız lazım, sonra estetik açıdan değerlendiririz, sırası ile dikişi, kumaşın hammaddesi, hangi ülkede üretildiği, nasıl iplik haline geldiği, hatta atomlarına kadar inebiliriz. Elimizde ki gömlek aynıdır, değişen ise gömleğin bizdeki bilgisidir.
Her işin bir usulü olduğu gibi, dinlemenin de yöntemi ve eğitimi vardır. Bizim algımız dışında oluşan dünyalara kayıtsız kalmayarak usulünce dinleyebilirsek belki içinde yaşadığımız o kavanozun kapağını açabiliriz ki içeriye hava girsin. Belki bunalan ile bunaltan yine kendi nefesimizdir.
“Bilen söylemez, söyleyen bilmez” derler. Belki öze, cana kulak vermeliyiz. Sessiz sözleri dinlemek de bir marifet olmalı. Eğer dinleyecek ve anlatacak zamanımız yoksa bakacağımız tek şey refleks oluyor. İnsanları tanımak isterseniz refleksler iyi ipuçları verebilir.
Konuyu hoşgörü ile karıştırmamak gerekir. Zira hoş görülmeyen bir durum söz konusu olduğu anlamı çıkar. İş bilinci ile çalışan insanları dinlemek konuyu anlamamızı sağlar ve tek gerçeğin bizim dünyamızdan ibaret olmadığını ve saygıyı hak ettiğini hatırlatır. Özne –özne ilişkisi ile tecrübe etmediğimiz pek çok şeyi dinleyerek de anlayabiliriz.
Tehdit mi, hatırlatma mı maksadı belli olmayan şu meşhur cümle? “Senin maaşın benim vergilerim ile ödeniyor.” Bu safsata bir kısır döngü mü bilmiyorum ama mülkiyet hissi sevgiyi öldürüyor.
Önce bir merhaba ile başlamalı güne. Sonra aileye merhaba, komşuya, yola-yolcuya, işe, arkadaşa tüm farklılıklara şöyle yürekten kocaman bir MERHABA.