“Seçilmiş Kral”

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

ltf

Son günlerde yurt içi ve yurt dışında yoğunlaşan terör eylemlerine rağmen AKP iktidarının “yeni anayasa” adını verdiği Türkiye’ye tuzak çalışmaları sürüyor.

“Yeni anayasa” çalışmalarında “başkanlık” tartışmaları da açılarak esas hedefin ülke bütünlüğü ve laik demokratik sistem olduğu gizleniyor. CHP’nin komisyondan çekilmiş olması olumlu bir gelişme. Ancak, masadan kalkmasının nedeni mevcut anayasanın ilk 4 maddesi başta olmak üzere ülke bütünlüğü olması vurgulanmıyor. Masadan kalkma nedeni “başkanlık” dayatması olarak açıklanıyor.

Hal böyle olunca da AKP’nin ve RTE’nin şimdilik “başkanlık” iddiasından geri adım atarak CHP’yi yeniden masaya oturtması tehlikesi sürüyor.

Anayasa tuzağı üzerinde daha çok duracağız. Ancak tartışmanın ikincil yönünü oluşturan “başkanlık” konusu başka ülkelerde de geçmişte tartışıldığı için, bir defaya mahsus ele almakta anımsatma açısından yarar var.

“Başkanlık” tartışmaları yapılırken “Amerikan modeli”, “Fransız modeli”, “yarı-başkanlık” gibi kavramlar da kullanılıyor. Adı ne olursa olsun bu sistem, demokrasiden uzaklaşmanın ve diktatörlüğe yönelmenin adı. Fransa bu konuyu 1958-1962 arasında yaşadığı kriz döneminde yoğun şekilde tartıştı. Ünlü Fransız siyaset bilimci Prof. Maurice Duverger 1974 yılında yazdığı “Seçimle Gelen Krallar” adlı eserinde geniş şekilde bu tartışmayı ele alıyor.

Duverger Avrupa başta olmak üzere dünyanın pek çok ülkesindeki cumhuriyet rejimlerini ilginç bir şekilde “monarşik cumhuriyet” olarak adlandırıyor. İlkokul yıllarımızdan itibaren edindiğimiz ve monarşi ile cumhuriyet arasındaki köklü farklılıklar hakkındaki bilgileri alt üst eden bu yeni kavram ile adı ister başkan, ister başbakan, ister başka şey olsun, yönetme gücünü ele geçiren kişileri “seçimle gelen krallar” olarak adlandırıyor.

Hepsinin amacının meclislerin ve yargının denetimini kısıtlamak, yetkilerini genişletmek olduğunu ayrıntılı bir şekilde Duverger’in anlatımından öğreniyoruz.

Adı ne olursa olsun, seçilmiş kralların dikta özlemleri artıp yetkilerini genişletmek istedikçe daha geniş bir seçmen kitlesince seçilme isteklerinin depreştiğini görüyoruz. Bugün burjuva devriminin anavatanı olarak kabul ettiğimiz Fransa’da, 1963 yılına kadar, tıpkı bizde 2015 yılına kadar olduğu gibi başkanı Parlamento seçiyordu. 1962 reformu ile 1963 yılından itibaren De Gaulle ile birlikte başkanını tüm seçmenlerin katıldığı halk oylaması ile seçmeye başlamış, parlamentonun ve hükümetin yetkilerinin önemli bir kısmını seçilmiş krala devretmiştir.

Bizde “başkanlık” heveslisinin, yasama ve yürütmenin yetkilerini fazla bulan kral (bizdeki geleneksel adı ile padişah) özentisinin aslında “başkan” olmadan yıllar önce seçilmiş kral olarak iktidarını güçlendirme ve giderek diktatörleşme çabasını kolayca görürüz. AKP iktidarda kaldıkça, RTE’nin başkan yetkisinden de öte tam bir padişah yetkisi kullanacağı, anayasayı fiilen tanımadığı, Anayasa Mahkemesi kararlarına uymayacağını ve saygı göstermeyeceğini açıklaması ile belli oldu.

Bu şekildeki anayasa ihlallerini pervasızca yapabildiği sürece “başkanlık” sadece yapılanlara yasal kılıf geçirmekten ibaret olacaktır. Ancak “yeni anayasa” ısrarlarındaki esas tehlike ülke bütünlüğü, laik cumhuriyetin geleceği noktasında olacak ve özellikle Anayasanın ilk 4 maddesi başta olmak üzere Türkiye’yi kuruluş ilkelerinden ve çağdaşlık hedefinden uzaklaştıracak girişimlere karşı son derece uyanık olmanın vaktidir.

 

 

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
“Seçilmiş Kral”
Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.