“Ağlar gezerim sahilleri…”
Bizim kör Safinaz söyledi. Ağlayıp geziyormuşsun sahilleri. Sanki benimleymişsin; ayda yüzümü görüyormuşsun, sularda sesimi duyuyormuşsun. Şimdi nerede olduğumu, nasıl olduğumu, kiminle olduğumu bilmek istemiyormuşsun. Dünya gözünde değilmiş çünkü ben hala gönlündeymişim.
Cehenneme direk ol, Bağdat’a vali ol, Mısır’a sağır sultan ol, RTÜK’e üye ol ama benim gözüme görünme!
Senin yalanlarından, sahtekârlıklarından, vefasızlıklarından, görgüsüzlüklerinden, zamparalıklarından, dalkavukluklarından, Sultanahmet’te dilenip Ayasofya’da ziyafet çekmelerinden bıktım usandım.
Ağlarken bile sahtekârlık yapıyorsun. Ağlamak için bula bula sahilleri mi buldun? Neden evinde ağlamıyorsun, neden bir köşeye çekilip ağlamıyorsun, neden ormana çıkıp ağlamıyorsun, neden gizlice ağlamıyorsun?
Nedenini ben söyleyeyim: Sen ağlamazsın, ağlar gibi yaparsın; duygulanmazsın, duygu sömürüsü yaparsın; merak etmezsin merak ediyormuş gibi yaparsın, özlemezsin özlüyormuş gibi yaparsın; sevmezsin, seviyormuş gibi yaparsın.
Ne halin varsa gör!
Nerede olduğum, kiminle olduğum, nasıl olduğum seni ilgilendirmez.
Sularda sesimi duyup, ayda yüzümü görmeye başladığına göre büyük bir olasılıkla parasız kaldın; kiranı ödeyemedin, evinin elektrikleri kesildi, sular akmıyor, ev sahibi evden çıkarmak için mahkemeye başvurdu.
İster ağla ister zırla; ister illüzyon gör ister halüsinasyon, ister aç kal ister susuz, ister hasta ol ister öl; benim hayatıma gölge etme de ne halin varsa gör.
“Şarkılar seni söyler, dillerde nağme adın.”
Peki, bu durumdan neden benim haberim yok. Her gün evlere temizlik yapmak için gittiğimden olabilir mi? Parmaklarımı parçalayan çamaşır suyunun, lavabo açıcılarının akciğerlerimi haşlamasından olabilir mi?
Şu nağme işini de hiç anlamadım. Neyin nağmesi bu? Acının, yoksulluğun, erkek şiddetinin, on beş yaşındayken tecavüze uğrayışımın nağmesi mi? Ben kimlerin dilinde nağmeyim bir zahmet söyler misin? Günyüzü görmeyişimin nağmesi mi? Yürü git be adam!