Yenişehirli kunduracı, kavaf ve saraçlarla ilgili araştırmalarımızın bu son bölümünde saraç olan eski sanatkârlarımıza, yaşlarına hürmeten kaldığımız yerden sırasıyla devam ediyoruz. Bu aşamada önce Halil Özsaraç’ı (1879-1960) tanıtmak isterim.
Halil Özsaraç’ın işyeri, Balıbey Çarşısı Arasta içi 59 No.lu dükkândır. Evi de Ulucami Mahallesi Çırakzade Sokak 46-48 No.lu hanelerde idi. Bu hanelerde ailesiyle birlikte yaşadı. Oğulları Şükrü Özsaraç ile Mehmet Özsaraç da bu mesleği onun yanında öğrendi.
Büyük oğlu Şükrü Özsaraç (1911-1985), babasından devir aldığı işyerini aynı mekânda devam ettirdi. Bu meslek, cazibesini kaybetmeye başlayınca, koşum ve binek takımları yerine çanta ve benzeri gereçleri imal ettiğini çok iyi bilirim. Daha sonraki yıllarda her türlü spor malzemeleri satıp, tamir işleri de yapmıştı. Çok kibar sessiz ve naif bir insandı. Narin yapılı olup devamlı gözlük kullanırdı. Onunla ilgili daha da geniş bilgi almak için büyük oğlu Emekli Öğretmen Osman Özsaraç (1939) ile Büyük Kumla’daki Ceylan Sitesi Sosyal Tesislerinde, Temmuz-2013 ayı içinde bir araya gelip, geçmişi özlemle yad etmiştik.
O’na dedesinin karşı dükkân komşusu olan Mehmet Lütfullah Menteşe ile ortaklık yaptıklarını söylediğimde hayret edip ilk kez benden duyduğunu ifade ederken anılarını da şöyle dile getirmişti: “Dedem iyi bir saraç ustasıydı. Bu mesleğe olan tutkusu nedeniyle de soyadımız Özsaraç olmuş. Uzun yıllar saraçlık yapıp her türlü koşum ve binek takımları imal etmiş. Babam ve amcam onun yanında yetişmiş. Daha sonraları hem bu mesleği yaparken, diğer yandan da çiftçilikle uğraşmıştı. Arasta içindeki dükkânı babama devredince Mehmet amcam da Kasaplar Aralığı’ndaki kendine ait dükkânda mesleğine devam etti. Saraçlık geçmişte en geçerli mesleklerin başında gelirdi. Çünkü her yere ulaşım ve yük nakli hayvan koşumlu arabalarla yapılırdı. O yıllarda aynı işi yapan esnaf ve sanatkârlar arasında tatlı bir rekabet vardı. Ama bu rekabet hiçbir zaman için kırıcı olmazdı. Güven duygusu ise çok önemli bir kavramdı. Çünkü insanlar arasında saygı ve sevgi vardı. Motorlu araçlar çoğalınca hayvan gücü ikinci planda kaldı. Saraçlık mesleği de her geçen gün değerini bitirince, babam da deri çanta ve benzeri gereçleri yapmaya başladı. İlk çantayı saraç dikişi usulüyle bana yapmıştı. Okula giderken ders kitaplarımızı bu deri çantaya koyar, çantayı da ablam Macide Şarman taşırdı. Daha sonraki yıllarda babam imalatı bırakarak İstanbul’dan getirdiği hazır spor malzemelerini alıp-satmaya başlamıştı. Fakat tamirat işlerini ise ömrünün sonuna kadar sürdürmüştü” diyordu.
Mehmet Özsaraç’ın (1914-2005) işyeri Kasaplar Aralığı’nda idi. Burada her türlü koşum ve binek takımları imal ederdi. O da ağabeyi gibi çok kibar, sessiz, güler yüzlü bir insandı. Büyük oğlu, emekli öğretmen olan Nurettin Özsaraç (1947), Bursa Vakıflar Talebe Yurdu’ndan arkadaşımdı. Kendilerini telefonla arayıp, ata mesleğiyle ilgili bilgi ve belgeleri bize ulaştırmasını istemiştim. Sağ olsunlar, çok kısa zamanda göndermiş olduğu bilgi ve belgeleri sizlerle paylaşmak isterim;
“Dedem Halil Özsaraç, eski saraç ustalarındandır. Balkan, Çanakkale ve Yemen Savaşlarına katılıp, Yemen’de savaş esiri olarak bir yıl kaldıktan sonra, birkaç arkadaşıyla birlikte oradan sadece geceleri yürüyerek uzun bir aradan sonra Anadolu’ya gelir ve bu kez de Kurtuluş Savaşı’na katılır. 1922 yılının sonlarına doğru, Ulucami Mahallesi Çatalçeşme Sokak’taki evine gazi olarak döner. Evinin kapısını açmaya çalışırken babam Mehmet Özsaraç; “Amca, sen kimi arıyorsun?” diye sorunca, Dedem de “Oğlum, kimseyi aramıyorum, burası benim evim” der. Babam da “Hayır amca burası bizim evimiz” deyince, dedem de “Sen benim oğlumsun! Sen Şükrü müsün?“ deyince, babam da “O benim ağabeyim, benim adım Mehmet” der. Babamın dedemle olan ilk karşılaşması böyle olur. Rahmetli babam bu anısını bizlere zaman zaman anlatırdı. Amcam ve babam bu mesleği dedemden öğrenip, birlikte epey çalışmışlar. Daha sonra dedem bir taraftan çiftçilikle uğraşırken, diğer yandan da saraçlık mesleğini sürdürmüştü. Ben ve kardeşim Hayrettin, saraçlık mesleğini babamızdan öğrenirken, Şükrü amcam da, çocukları Osman Özsaraç ile Halit Özsaraç’a bu mesleği öğretmişlerdi. Fakat, hepimiz okuduğumuz için ata mesleğini devam ettirenimiz olmadı. Babam 60 yıldan fazla saraçlık mesleğini icra ederek 1992-93 yıllarında iş yerini kapattı” diye yazıyordu.
Ahmet Saraç’ı (1886-1959) bu makalemizin birinci bölümünde kavaflarda tanıtmıştım. Soyadı gibi saraçlık yaptığını hatırlamıyorum. Fakat eski saraçlardan Sabri Gürün’ün (1909-1989) Ahmet Saraç’ın yanında yetişip sonra da damadı olduğunu büyük oğlu Basri Gürün’den (1945) yeni öğrendim.
Şöyle diyordu; “Babam küçük yaşta Ahmet Saraç’ın yanına çırak olarak girmiş, bu mesleği de ondan öğrenmiş. Daha sonra da evlatlık olan kızı Ayşe ile evlenip damadı olmuş. Bu evliliğinden Müzeyyen ablam dünyaya gelmiş. Sonrada annemle evlenmiş. Dükkânımız Arasta içinde gazete bayii Osman Âşık’ın bitişiğindeydi. Yanında Turgut Sayın, Hakkı Aykol, Turhan Sırman ve Fehmi Gürsoy çalışmıştı. Rahmetli, 1960 yılına kadar bu dükkânda saraçlık yaptı. İmal ettiği koşum takımları, Çerkez eyerleri ve hamutları çok ünlüydü. O, paraya hiç önem vermez, sanatı sanat için yapardı. Hele hele atları çok severdi. Mesleği bıraktıktan sonra, Arap ataları yetiştirmeye başladı. Hayvan sağlığı yönünden de çok bilgiliydi. Bu hususta herkese karşılıksız yardım ederdi. Büyüklerine karşı da çok çok saygılıydı. Ustası ve aynı zamanda kayınpederi olan Ahmet Saraç’a gösterdiği saygı ve sevgisi ölene kadar aynen devam etmişti. Özellikle her bayram sabahı hepimiz birlikte bayramlaşmaya gider yemeğimizi Ahmet dedemlerde yerdik. Ben O’na hep Saraç baba derdim. O da bizleri torunu gibi severdi. Arada sırada dükkânına uğrar yapılacak herhangi bir iş var mı diye sorardım. O da çok mutlu olurdu. Ciddi bir insandı. Şakayı hiç sevmezdi. Ama Beyazların Osman Gençöz dükkâna gelip onu tıraş ederken, çok şaka yapar, gülmekten kırar geçirirdi. Bir tek onun şakasını kaldırdığını bilirim”
Yorumlar kapalı.