İnsanlık tarihinden beri kadın olmak hep zor olmuş.
Kadın olmanın başlıca fiziksel zorluklarını bir kenara bırakıyorum. Çünkü gerçekten bir erkeğe göre fiziksel acılarımız tartışmasız daha fazla.
Ancak diğer taraftan da toplum içindeki varlığımız sürekli engellerle karşılaşmış ve engellenmeye de devam ediyor.
Çünkü korkuyorlar. Kadının gücünden korkuyorlar. Haklılar. Bu kadar engele rağmen tarih boyunca hep çok önemli işler yapmayı başarmış kadınların, engellenmemesi durumunda erkek baskınlığını yok edebileceğini görüyorlar.
Bu yüzden kadına zulmetmek, aşağılamak, yok saymak,’laf dinlememekte’ direnirse fiziksel güçle susturmak, dört duvar arasına hapsetmek ve sadece lütfedilen kadar yaşamasına izin vermek gelenekselleşmiş.
Zamanla kadın da buna boyun eğmiş belli ölçüde. Çocuklarını yetiştirirken kız-erkek ayrımına başlamış.
Erkeği yücelten ve kadını geride tutan anneler, zamanla erkeğin zulmüne gerek kalmayacak şekilde kadının zulmünü ortaya koymuş.
Bugün yaşadığımız da tam olarak bu maalesef. Kadının kadına zulmü artık her yerde.
Üstelik zulüm gören kadınlar, erkekten hiç umudu yokken ve sadece kadından destek beklerken.
Kimi sevdiğinden ‘iyi niyetiyle’ kendini koruması için uyarıyor kadını, kimi kendi yapamadığını yaptığı için kinle uyarıyor.
Ama hepsi uyarmak zorunda hissediyor kadını.
Erkeğin alışması gereken, erkeğin kabul etmek zorunda kalması gereken ‘özgür kadın’ı, önce kadınlara kabul ettirmek gerekiyor sanırım.
Önce kadın, diğer kadın için küçümseyici, aşağılayıcı bakışlarını düzeltmek zorunda. Ne giymiş, kilo almış/vermiş, çok gülüyor, çok soğuk vb. yorumlarını bırakacak.
Önce kadın dilini değiştirecek hemcinslerine karşı. Kendi yapamadığını yapanı yermek yerine örnek almayı öğrenecek ki, etrafındaki erkekler alışacak.
Başka türlüsü zor. Başka türlüsü mümkün değil.
Ve kadın ayağa kalkmadıkça, millet de ayağa kalkamayacak.