Yenişehir’de Eski Şekerciler

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Yıl: 1963. Mehmet Kuru’nun dükkân komşusu Kaderlioğlu Lokantası önündekiler: Soldan itibaren: Osman Öz, Mustafa Emniyet, Necdet Çolakoğlu, Davut Beşkardeş, Hasan Dursun, Zeki Eruysal. Önde oturan ise Muzaffer Demirci.

 Muzaffer Demirci anlatıyor:

İmalathanede üç ocağımız vardı. Tencere tarzında bakırdan yapılmış kalaylı kaplarımız ve kazanlarımız vardı. Şeker yapılacağı zaman ölçüsüne göre su ve şeker bu kaplara konur, altında meşe odunu yakılan ocaklarda ısıtılırdı. Şeker veya lokumun kıvamı gelinceye kadar kaynatılırdı. Kıvamı anlamak için, bız denilen uzun bir çivi kaynayan şekerli suya daldırılır ve çıkarılır sonra da soğuk suya sokulurdu. Kıvamı bu çividen anlaşılırdı.

Her şeker çeşidi ve lokumun kaynama derecesi ve kıvamı farklı farklıydı. Kıvama gelen şeker ağda halinde olurdu. Bu ağda önceden yağlanmış mermere dökülürdü.  İçine fındık, fıstık gibi iç atılacaksa bunlar konurdu. Biraz soğuduktan sonra yoğrulur, urgan gibi uzatılarak makineden çekilir akide şekeri böyle yapılırdı. Şayet kaba şeker yapılacaksa mermerde soğuyan ağdalı hamur duvardaki kazığa asılır, uzayan her iki parça tek parça yapılarak tekrar kazığa asılırdı. Bu işlem sayısız tekrarlanırdı.

Üzerine çok az bergomat adında esans sürülürdü. Bu esans kaba şekerin çok hoş kokmasını sağlardı. Kazıkta beyazlaşan kaba şekerin ağdası buradan çıkarılır mermere tekrar konurdu. Burada ağda Ramazan pidesi gibi uzatılırdı. Üzerine mevlit şekerinin kalıpları basılarak soğumaya bırakılırdı. Soğuduktan sonra fındık gibi küçük parçalara ayrılırdı. Büyük kaba şekeri yapmak için ağda, urgan gibi uzatılıp, el makaslarıyla kesilirdi. Şekerin mayası limon tuzunun suyu idi. Her çeşit şeker beş kilogram toz şekerden yapılırdı.

Lokum ise 15-20 kilogram şekerden olurdu. Lokumun şekerden farkı, içine nişastanın ilave edilmesi, limon tuzu suyunun da az konulmasından kaynaklanırdı. Çünkü limon tuzu şekerin sertleşmesini sağlardı. Lokum için hazırlanan şekerli ağda kıvama geldikten sonra, içinde nişasta olan tahta kalıplara dökülürdü. Burada soğuduktan sonra börekçilerin bıçağı gibi bir aletle aynı genişlikte kesilirdi. Sonra da tahta sandıklara istif edilir içine bolca pudra şekeri serpilirdi. Bu meslekte “Cenaze bekler fakat kıvama gelen şeker beklemez”  atasözü çok yerinde söylenmiş bir sözdü.

Mermere dökülen ağdayı 10-15 dakika içinde mamul hale getirmek gerekirdi. Asla ihmale gelmezdi. Özellikle salı günleri ustanın asker arkadaşları gelirdi. Unutamadıklarımdan Borazan Hüseyin ile Hüseyin Çavuş Aydoğdu Köyünden, Abdullah Oruç Çavuş Yolören köyündendi. Tabakhane Mahallesinden Topal Ahmet Özüak ile Hancı Kopuk Hüseyin Küçük sık görüştüğü asker arkadaşlarıydı. Bir araya geldiklerinde Kurtuluş Savaşı anıları anlatılır bende can kulağı ile dinlerdim. Özellikle Bölük Komutanları olan Zeki Doğan’ı çok bahsederlerdi. Bu muhabbetlerini dinlerken, savaşın vahşet, huzur ve barışın gerçek hayat olduğunu öğrendim.

Yıl: 1944. Soldan itibaren: Mehmet Söğüt (Çömez), Erdoğan Kuru ve Necdet Kuru.

                                 (Muzaffer Demirci Albümünden)

 

 

Sonra ben de ustamın yanında iken askere gitmiştim. O zaman da seferberlik ilan edilmişti. Her an İkinci Dünya Savaşına girecekmiş gibi tetikte beklemiştik. Çok zor yıllarda o yıllar. Allah öyle kötü günler bir daha yaşatmasın” derken,  cebinden bu küçük resmi çıkararak “ Sol baştaki Mehmet Söğüt, yanındaki Necdet Kuru, ortadaki de küçük oğlu Erdoğan Kuru’dur. Benden sonra dükkânda Mehmet Söğüt  (Çömez) çalışmaya başlamıştı.” diyordu.

Yine Mehmet Kuru ustanın yanına 1957 yılında girip, vefatına kadar çalışan Kuru Yemişçi Osman Öz (1942) o günleri güncellerken;

“Mehmet Usta’nın yanında beş yıl çalıştım. Oradan askere gittim. Bu beş yıl içinde hem mesleğimi hem de insanlığı ondan öğrendim. Rahmetli çok değerli bir insandı. Yalanı sevmez, söyleyene de kızardı. Hile ve hurdaya aklı ermezdi. Bir gün cemiyeti olan müşteri limonata siparişi vermişti. Limonataya hiç boya katmadığımız için limonun kabuğu rendelenerek öyle renklendirilirdi.  O müşteride bardak adedi çok olsun diye içine boya katmasını söylemişti. Bu teklifini şiddetle ret ederek, müşteriyi de pişman ettirmişti. Kaliteden taviz vermeden limonata ve koruk şerbetleri bu dükkânda bulunur ve damak tadında içilirdi. Koruklar birkaç yerden gelse de Tabakhane Mahallesindeki Ali Hocaların Kamil Amcanın korukları daha iriydi. Karlar ise Kızılköy’den gelirdi. Şerbet kapları dut ağacından yapılmış fıçıların içine konur çevresi kar ve buz parçalarıyla sıkıştırılarak üzerine erimemesi için tuz dökülürdü. Bu işleme haşlama denirdi. Dükkâna asker arkadaşları geldiklerinde onlara mutlaka bu şerbetten ikram edilir, askerlik anıları anlatılırdı. Ben de onları dinlemekten çok keyif alırdım. En samimi olduğu arkadaşı Topal Ahmet amcaydı. Bacağı Kurtuluş Savaşında iken sakatlanmıştı. Birbirlerinin sırdaşıydı. Büyük oğlu Necdet abi Bursa Devlet Hastanesinde apandisit ameliyatı olmuştu. Mehmet Usta da o gün vefat etmişti. Ben haberi alır almaz, doğru Gökgöz Sokaktaki eve gitmiştim. Herkes perişan ve ağlamaklı çaresizlik içindeydi. Ben hemen en yakın arkadaşı olan Ahmet amcaya haber vermiştim. Çok üzülmüştü. Cenaze evine geldiğinde herkese başsağlığı diledikten sonra, ustamın dolaptaki yazlık ceketini istedi, ceket kollarını ters-yüz yaparak kol astarının içinde beze sarılı olan 500 Lirayı çıkarıp, (Bu parayı cenaze gideri olarak saklamıştı) diyerek büyük kızına teslim etmişti. O anda ağlamaklı sesler kesildi, hüzünlü yüzlerde tebessüm belirir gibi olsa da çok fazla sürmedi. Akla gelmeyen bu ince düşüncesi takdire değerdi. Ustamın ölümünden sonra bende askere gitmiştim. 1963 yılında izinli geldiğimde bu kez Şekerci Halit Mete’nin yanında 20-25 gün çalışmıştım. Terhis olduktan sonra Kuru Yemişçi Ahmet Karasıl’ın yanında 1968 yılına kadar çalıştım. Kuru yemişçiliği ve şeker kutusu paketlemeyi onun yanında iken öğrendim. 1968-1973 yıllarında Kurtuluş Mahallesinde bakkaliye çalıştırdım. 1973 Yılından beri de Cumhuriyet Caddesinde kuru yemişçilik yapıyorum”  diyerek geçmişi özlemle anıyordu.

En eski şekerci ustalarından Ethem Mete, Bıçakçı Mustafa’nın dünürüdür. Torunu Ethem Bıçak (1971) gerek resimlerle, gerekse annesinden duyduğu bilgilerle bize söyledikleri; “ Ethem dedem öldüğü zaman annem 10 yaşında imiş. Öldüğü gün olan 22 Nisan 1942 tarihini annem hiç unutmuyor. Dedemin dükkânı Belediye Meydanında Dırancı Hüseyin Efendi’nin dükkânıyla yan yana imiş. Dükkânda 9-10 işçi çalışırmış. Burada kestane şekeri bile imal ederlermiş. Şekerlerin her türü yapılırken, çikolata bile imal etmişler, “ diyordu.

O yıllarda Yenişehir de şekerleme işleriyle uğraşanlardan; Ahmet İnceoğlu (1900-1972) Yenigün Mahallesi Cihadiye Yolu No:6 da, Ahmet Çetin (1911-1994) Kurtuluş Mahallesi Beyler Sokak No: 9 da ki evlerinde imalat yaparlardı. İmal ettikleri şekerlemeleri evlerinde veya pazar yerindeki sergilerde satarlardı. Günümüzde bu mesleği yapan küçük esnaf ve sanatkâr ilçemizde artık kalmadı. Yıllarca bu meslekten geçimini sağlayan eski ustalarımızı rahmetle anarken, onların yanında çalışıp hâlâ yaşamlarını devam ettiren, bilgi ve belgeleriyle bizlere destek veren büyüklerimize esenlikler dilerim.

Ayrıca araştırmalarımızda, kimlik bilgileri yönünden (Doğum ve ölüm tarihi) yardımcı olan, emeğini hiçbir zaman bizlerden esirgemeyen İlçemiz Nüfus Müdürü Sayın Fahrettin Sözlü ’ye de şükranlarımı sunarım.

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Yenişehir’de Eski Şekerciler

Yorumlar kapalı.

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.