Başımıza gelen bir olayda, karşımıza çıkan bir fırsatta, bir karar anında vb. tüm durumlarda zihnimiz olası senaryoları sıralar.
Bugüne kadar hep iki yol, iki senaryo olduğunu düşünmüştüm. Evet-hayır, doğru-yanlış, sağ-sol gibi. Her koşulda önümüze iki seçenek çıktığını ve birini seçtiğimizde diğerinin olası sonuçlarını asla bilemeyeceğimizi.
Bugün fark ettim ki aslında bazen üç olasılık yani üç senaryo var. Yine seçtiğimiz dışındaki sonuçları bilmemiz mümkün değil ancak sandığımızdan farklı olarak göremediğimiz bir yol daha olabilir.
Bazen evet-hayır seçeneğine ek olarak belki gelebilir. Bazen de ileri-geri seçeneğine ek olarak durmak bir yol olabilir.
Hayata siyah ve beyaz olarak bakanlara arada bir sürü gri tonu var derken aslında üçüncü bir seçenek olması fikrinden bahsettiğimi fark etmemiştim.
Hep öyle değil midir?
Başkalarına fikir verirkenüzerine çok da düşünmeden cömert(her zaman olumlu olmasa da) kendimize döndüğümüzde katı değil miyiz?
Sanırım çok az insan kendisine cömert olabiliyor.
Aslında durmak, beklemek, belki diyerek olasılıklara kapı aralamak mümkünken neden illa bir tarafı seçmek zorunda hissederiz ki kendimizi?
Neden önce en çok kendimize daraltırız alanımızı?
Sanırım bunun en büyük sebebi zihnin kaostan hoşlanmaması. Her zaman bir sonraki adımı tahmin edebilmek güvende hissetmemizi sağlıyor. Bir sonraki adım bize iyi gelmese bile ve hatta zarar verecek olsa bile.
O kadar ki belirsizliktense belirli ancak bize acı verecek olana razı oluyoruz çoğunlukla.
Oysa varoluşun temeli kaosa dayanmıyor mu?
Sonsuz olasılıklar kaosun içinden çıkmıyor mu?
Sular bulanmadan durulmaz demek bu değil mi?
Bu hafta tüm bu sorularla kendi belirsizliklerime alan açmaya ve durup izlemeyi denemeye karar verdim.
Tanıdığım ve öngörebildiğim duygu ve davranışlar yerine yeni ve bilmediğim seçeneklere şans tanıyacağım.
Gelişimin ancak bu şekilde mümkün olduğunu söyleyen uzmanların bir bildiği olduğuna inanıyorum.
Belki bu köşe bu hafta size de yeni bir kapı aralar.